Düş...düş

                          Ölü gibi hissett...

Sanırım yine düşüyorum...

Bir apartmanın onuncu katından aşağı atıldım sanırım...

Bok gibi hissediyorum, aynı her gün olduğu gibi...

Bu düşüş sadece bana genel hayatımı hatırlatıyor, anlamsız.

Bazen ne yapsam hiçbir şey düzelmeyecek veya sevdiklerimin beni hayatlarından silmeye devam edecek gibi geliyor...

Hiçbir şey yapamıyorum, durduramıyorum, engelleyemiyorum... Bazen her şey o kadar anlamsız geliyor ki ölsem kimse bana bakmayacakmış gibi hissediyorum.

Sürreal bir denizin içindeyim, çıkamıyorum, çıkmaya çalışıyorum ama asla çıkamıyorum... Sadece aynı yerde yüzüp duruyorum, aynı kafa karışıklığının içinde gezinip duruyorum "Acaba iyi bir yazar olabilecek miyim?" Ya da "Acaba gerçekten iyi bir Hardcore Punk ve Post-Punk bir müzik grubu kurabilecek miyim?" Gibi düşünceler içinde kalıp hiç çabalayamıyormuşum gibi hissediyorum...

Gerçekten beni unutmayacak biri olur mu? Beni iyi hatırlar mı? Yoksa ben yine diğerleri gibi unutulup gidecek miyim? Gerçekten yaptığım şeylerin bir anlamı var mı? Hayatımı iyi yaşadığımı hissedebiliyor muyum? Yalnızlığımı çözebilir miyim? Bilmiyorum... Hiçbir şey bilmiyorum.

Şehvetsel dürtülerim, üşengeçliklerim, mükemmeliyetçiliğim, hiçbir şeye odaklanamayışım ve diğer şeyler, sanırım beni daha da kötü hissettiriyor, sanki hiçbir şey öğrenemeyecekmişim, hiçbir şey başaramayacakmışım gibi geliyor... Bok gibi hissettiriyor sanki aynı döngünün içinde aynı şeylere devam ediyorum.
Aynı şeyler, aynı günler, yani hiçbir şey yapmayıp şehvetsel dürtülerime yeniliyorum ya da bunalımımdan kurtulmaya çalışmak için film izliyorum, çizgi roman okuyorun... Bunu da yapamıyorsam şarkı dinleyip twitter da takılıyorum... Günler ilerledikçe daha kötü hissediyorum, gelecek yıllarımın da aynı şu zamanlar kadar berbat olacağını düşünüyorum...
Ayrılıklar, başarısızlıklar, Üşengeçlikler, Depresyon, bunalım, şehvetsel dürtüler, varoluşsal sancılar, umutsuzluk, gerginlik, stres, kolayca öfkelenmek, bağımlı olmak... Hepsi komik değil mi? Hepsi bu sürreal dünyanın parçası ve ben hala alışabildiğimi hissetmiyorum, belki bu ergenliğimden kaynaklı olabilir ama alışamıyorum, 16 yıl boyunca yaşamama rağmen ne olacağı hakkında fikrim yok, KORKUYORUM! HEM DE GERÇEKTEN KORKUYORUM! Bütün her şey bana korkunç geliyor...
°

Ve sonunda yerdeyim, taş zemin üstünde kanlar üzerinde... Artık ölebilirim, bu pislik dolu dünyadan, bu insanlardan kurtulabilirim... Yavaşça gözlerimi kapıyorum, ve hiçbir şey olmuyor. Ölmüyorum, aynı her günkü gibi öleceğimi düşünüyorum belki ama ölmüyorum... Sonrada ansızın iki arkadaşım geliyor ve beni böyle görünce şok oluyorlar, arkadaşlarımdan birisi "iyi misin?"  Diye bir soru soruyor, bende ona "her günkü gibi aynı." Diyerek geçiştiriyorum, sonrada "Hadi bunu hastaneye götürelim, yoksa dümdüz kendisi çürüyerecek." Dedi diğer arkadaşım.

Biri ayaklarımdan biri de elimden tut arabaya doğru götürüyorlar... Götürürlerken düşünüyordum, eğer intihar etmediysem sanırım sevdiklerimden dolayı olabilir... Cidden, bazen düşünüyorum, intihar edersem büyük ihtimalle sevdiklerimle bir daha buluşamayacağım, asla ve sonsuza kadar... Bu bana gerçekten boktan bir his veriyor, onları elimden geldiğinden üzmemeye küstürmemeye çalışıyorum, bazen bunu başaramıyorum ve birçok güzel insan beni hayatlarından çıkarıyor... Bazen ise, ne olursa olsun, onların hayatlarının içinde duruyorum... Sanırım bu güzel bir şey... Aslında bir yandan yaşamamın başka bir sebebi sanat da olabilir, daha yazmam gereken hikayeler var ya da Joy Divisionsız ölmek dahi istemiyorum ya da en azından ölmeden önce bir Alan Moore veya Jeff Lemire çizgi romanı okurdum...

Jeff Lemire'ın anlatısı, Ian Curtis'in sesi, Terry Gilliam'ın Sürreal deneyselliği ve birçok bahsetmek isteyeceğim ama kelime darcığımın yetmeyeceği birçok şey... Bunları ölerek kaybetmek istemiyorum...

Hayat sanırım böyle, bazen ölmek istiyorsun, ölmek için birçok sebebin vardır... Ama ölmemek içinde birçok sebep var, peki o sebepler olmayınca ne oluyor? ...geriye sadece ölmek için sebep kalıyor, çünkü bu dünya bok gibi ve böylelikle daha rutin bir boktanlığa geçiyor... Kafamın içinde bu düşünceler geziniyorken beni arabanın arka koltuğuna yatırdılar, arkadaşım bana kulaklığını taktı ve yavaşça Joy Division - The Kill'i açtı...

Baya sakin bir sabah, baya sakin bir hastaneye gidiş, baya sakin bir intihar, baya sakin bir başlangıç... Hepsi en sürreal şeklinde...

Bu hikaye bir nevi bir otopsim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Saçma sapan, Nasıl açıklayacağımı bilmediğim, Kısa hikayeler. Bölüm 1: bütün bir yol nereye gidiyor? - Vault Boy

Ceset Bölüm 1: okulun ortasındaki ceset

Saçmalığın Evi