Yazar Bölüm 3: Parti
Bölüm 3: Parti
1988, senenin Son zamanları, Jimi Hendrix'in ölümünden 18 yıl geçti, Soğuk Savaş hala devam ediyor, Charles Addams, Valerie Solanas, Christa Päffgen ve Roy Orbison bu yıl öldü. Ben mi? ben lise mezuniyeti için yapılan bir partideyim... I'm waiting for my man.
Buradaki çoğu kişiyi lise de görmüştüm, ama çoğu ile konuştuğum pek söylenemez.
26 dollars in my hand.
O yüzden bir yabancılık çekiyorum, sanki onlarla hiç liseye gitmemişim gibi.
Up to Lexington, 125
Feel sick and dirty, more dead than alive
I'm waiting for my man
İnsanlar birbirleriyle konuşuyor, sevgililer birbirine iltifatlar ediyor, bazıları dans ediyor bazıları ise oturuyor... ben ise sadece vişne suyu içiyorum. Aslında çokta umurumda değildi.
Hey, white boy, what you doin' uptown?
Duvara yaslanıyorum, insanlara bakıyorum, insanlar bana bakmıyordu. beni burada sanki bir hayalet gibiymişim gibi hissettirmeyen şey The Velvet Underground oluyor.
Hey, white boy, you chasin' our women around?
Sonra bana doğru simsiyah saçları, kırmızı ruj sürülü dudakları, biraz soluk ten rengi ile lise de hiç konuşmadığım Carla geliyor ''Naber, sanırım partinin utangaç çocuğu sensin.'' dedi.
Oh, pardon me sir, it's the furthest from my mind
I'm just lookin' for a dear, dear friend of mine
I'm waiting for my man
Başkalarından duyduğum kadarıyla Carla'nın kişiliği tam anlamıyla bir erkek fatmaydı, ama en garip hali ile. "Hmmmmmm senin diğer beyaz çocuklar arasında bir farkın varmış gibi hissettiriyorsun... yoksa sen Don Van Vliet'in oğlu musun?'' ben biraz şaşırdım, biraz da yüzüm kızardı.
Here he comes, he's all dressed in black
Beat up shoes and a big straw hat
Sonra bana yaklaştı ''hmmmm sessiz kalmayı seçiyorsun ha? Don Van Vilet Junior.'' Bana daha da yaklaştı.
He's never early, he's always late
First thing you learn is you always gotta wait
I'm waiting for my man
I'm workin' it
Sonra kulağıma yavaşça ve yüksek olmayan baştan çıkarıcı bir sesle bana şunu dedi ''Bu farklılığın benim hoşuma gitti, aslında... önceden de hoşuma gidiyordu.'' Dedi ve güldü.
Up to a Brownstone, up three flights of stairs
Everybody's pinned you, but nobody cares
Sonra arkadan bir ses duydum... ''Hey David!'' bu ses Alex'den geliyordu.
He's got the works, gives you sweet taste
Ah, then you gotta split because you got no time to waste
I'm waiting for my man
Sonra bizim yanımıza geldi ''Hm, bakıyorum da sonunda carla ile konuşmuşsun.'' sonrada Carla'ya sarıldı her ikisi de birbirinin yanağını öptü.
Oh, doğru eğer nerde garip insanlar varsa Alex her zaman onların arkadaşıydı... Sonra Carla ''Nasılsın Alex?'' dedi Alex de ''Her zaman ki gibi takılıyorum ve David'i arıyordum, ama bakıyorum ki işleri pişirmeye başlamışsınız.'' dedi.
Baby, don't you holler
Darlin', don't you bawl and shout
I'm feeling good
You know, I'm gonna work it on out
Benim yüzüm iyice domates kadar kızarmıştı, Carla ise gülüyordu ''Bilmem, belki David ile işleri pişirebilirim... tabi yüzü o kadar kızarmazsa.'' dedi, bu hayatımda duyduğum en garip Diyaloglar olabilir. Carla gülmeye devam etti, sonra Alex ''Neyse sonra konuşursunuz şuan David ile beraber önemli bir işimiz var.'' dedi sonra Carla ''O zaman numaramı yazmama izin ver.'' dedi ve bir kağıt çıkardı ''Kalemin var mı?'' dedi bana, şansıma bakın ki yanımda bir kalem getirmiştim, ona verdim oda bana numarasını yazdıktan sonra kalemimi geri verdi ve numarasını yazdığı kağıdı bana verdi.
I'm feeling good, I'm feeling so fine
Until tomorrow, but that's just some other time
I'm waiting for my man
Sonrada Carla ile vedalaştık ve Alex ile beraber partinin başka bir köşesine gittik, Alex beni hem bir gazete de stajyer olarak çalışıyorken tanıştığı bir arkadaşını hem de VIVA LA DE HORSE! hikayesini verdiği yayınevinin kurucusu ile tanıştıracaktı...
O köşeye doğru giderken hala Carla ile ilgili olan hislerimi sorguluyordum, hayır ben ilk kez kızlarla konuşmuyordum hatta aksine birçok tanıdığım kız arkadaşım var. Bir iki üç kız ile ilişkim olmuştu -her ne kadar bu deneyimlerim o kadar iyi olmasa bile- tabi Carla ile ilgili olan hislerim tam anlamıyla ifade etmesi zordu benim için...
Walking home
That's alright
Ha Ha!
Müzik biterken onu bulmuştuk, onun yanına geldiğimizde Alex bana tanıtmaya başladı ''David bu Ellis.''
Ellis Ford, tam olarak bir Punktı, arada et yığını olarak da anılıyor çünkü protestolarda polislere karşı baya agresif davranan birisi -5 kere biber gazı yemişliği var, ama nasıl kör olmadığını bende bilmiyorum- ama ilginç bir şekilde bunlara rağmen kurduğu bir yeraltı yayınevi var, ''BloodHouse'' minimum sansürle birçok garip ve rahatsız edici romanı yayınlamış bir yayınevi mesela ''Erkekleri doğrama manifestosu 2'' ya da ''Palyaçoların yamyamlığı'' veya ''Bıçağı Politikacıya Fırlatmak'' gibi garip romanları yayınlayan bir yayınevi, Ellis VIVA LA DE HORSE! hikayesini beğenmiş ve yayınlayacağını söylüyor.
Ben ve Alex'den garip bir hikaye yazmamızı istedi ''tanıştığımıza memnun oldum David, çok fazla zamanım yok, malum birazdan yeni bir protesto yaşanacak ama senden bir şey isteyecem. Bana baya garip bir hikaye yazın...'' bende biraz şaşırdım. ''Garip bir hikaye mi?'' oda bana hiç bir tepki vermeyerek başka bir yöne baktı. ''Evet garip bir hikaye, sadece garip olan bir hikaye. nasıl yapacağın sana ve Alex'e kalmış.'' biraz şaşırdım, çünkü bu biraz fazla bir istekmiş gibi geliyordu, özellikle Amerika gibi bir yerde yaşıyorsanız ama yine de kabul ettim. Sonra devam etti "Politik mesaj içermesi veya rahatsız edici olması size kalmış bir durum... neyse ben gidiyorum sonra görüşürüz'' dedi, ve alelacele partiden çıktı.
sonra Alex ile beraber evin başka bir köşesine gittik orada da beni tanıştırmak istediği bir arkadaşını gösterdi ''David bu Matthew, Matthew bu David. David buda onun sevgilisi Andie.'' Matthew bizden daha büyüktü ve bizden daha çok deneyimli bir gazeteciydi. yönelimi, fikirleri ve kişiliğinden dolayı baya yerden yere vurulan bir gazeteciydi ama yine de bunlara rağmen ayakta durması ilham vericiydi, Matthew bana gülümsedi. ''Merhaba David.'' sonra Alex bana nasıl tanıştıklarını anlatmaya başladı. ''stajyer olarak çalıştığım gazete de baya bana yardımı dokunmuştu, yani ona baya borçluyum. Hatta benim işe stajyer olarak girmeme Matthew sebep oldu diyebilirim.'' dedi, bende sadece ''Oh, ne güzel o zaman... Tanıştığıma memnun oldum, Matthew.'' dedim, oda bana elini uzattı. ''Bende tanıştığıma memnun oldum David.'' dedim, ve elimizi sıkıştık.
Bir süre suskunluk oluştu, sonrada Matthew ''eee David, ne tür şarkılar dinlersin David Bowie dinler misin?''Diyerek suskunluğu bozdu, bende ona ''Oh evet, David Bowie severim ama ben daha çok Joy Division'ı seviyorum.'' dedim oda bakmaya devam etti ''Hm, Joy Division, güzel grup. favori Joy Division albümüm closer olabilir, hatta evim de plağı var, istersen evime gidip dinleyebiliriz.'' dedi, bende onu reddettim ve ''Şuan olmaz, affedersin ama bir an önce sadece eve gitmek istiyorum.'' dedim, sanırım bunu dememin sebebi içimdeki duyguların sanki büyük bir hissiyatın içinde aynı radyo frekansların en bozuk haliymiş gibi hissettiriyordu. Alex gitmek istememe şaşırmış olsa da sonrasında ''Küçük David'in biraz uykuya ihtiyacı var.'' dedi ve elini omuzuma koydu. ''Seni evine kadar eşlik edebilir miyim?'' dedi, bende başımı onaylar şekilde salladım, sonra Alex ile beraber partiden çıkarken Matthew bana ''Hey David...'' diyerek seslendi. Bende arkama Matthew'a baktım ''Larga Vida queer.'' Dedi ve gülümsedi.
Partiden çıkıp apartmana doğru yürüyorduk biraz daha yolumuz vardı apartmana doğru yürürken Alex bana ''Hey David, sana bir şey söyleyeceğim, biz lise'den mezun olduk ya...'' dedi, bende ona ''Evet, ne oldu?'' dedim, oda beni biraz şaşırtan bir şey teklif etti. ''Diyorum da, üniversite için kendimize bir apartman dairesi kiralayalım, hani anlarsın ya oda arkadaşı olmak falan, o tür bir şey. Sence olur mu?'' Biraz şaşırdım, çünkü pek öyle bir şey kafamda geçmiyordu ve tam hazır mıyım ondan da emin değildim.
Bende ona ''Oh, şey. biraz düşünsem olur mu? yani böyle bir şeyi beklemiyordum da.'' dedim, oda bunu anlayışla karşıladı ve bana ''Peki peki, küçük David hala pek öyle şeyler düşünmüyor ha?'' dedi, bende sustum ve cevap vermedim. ''Tamam tamam, üzülme. illa ki bir sonuca varırsın. Sonuçta yazar sensin, ben işin sadece akıl verme ve düzeltme tarafındayım, kritik kararı sen veriyorsun. Sadece kendi üstüne biraz fazla gitme, illa ki bir karar verebilirsin... bu biraz fazla Karate Kid'den fırlama bir söz oldu.'' dedi ve güldü. ''Ama sen ne demek istediğimi anladın, sana güveniyorum...'' derken apartmanın önüne geldik, sonra Alex ''Demek ki yollarımız -Şuanlık- ayrılıyor ha, ortak? yarın görüşürüz, kendine iyi bak.'' dedi, yanımdan uzaklaştı gitti.
Apartmana girince ise merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım, kafamda binlerce düşünce, içimde bolca duygularımın karmaşası vardı... sanki, bir şeyler yaşanacakmış gibi hissediyorum. Belki de bir şey yaşanmayacaktı ve ben abartıyordum, aslında ben birçok şeyi abartırdım küçüklüğümde bile bu abartma vardı, Babamın ölümünden beri sinir problemlerimle uğraşıyordum, hatta bu problemlerimden dolayı anneme yük olduğumu düşünüyorum, bir ara sinirden bir çocuğu boğmaya yaklaşıyordum, sanırım travmam beni akşam yemeğinde yiyecekti... aslında sanki bunları size iyi bir kişiymiş gibi anlatmam biraz komik gelmedi değil.
Dairemin kapısının önüne geldim, yavaşça dairenin anahtarını çıkardım ve kapıyı açtım. Açtığımda karşımda annem masada oturup kitap okuyordu ve kahvesini bitirmiş olsa gerek ki kahve kupası boştu, sanırım uykusu tutmamıştı. Sonra bana baktı ''Oh parti biraz erken bitmiş ha, kahve ister misin?'' dedi, Bende masaya oturdum ''Oh hayır şuan kahve içmeyi pek düşünmüyorum anne, ne okuyorsun?'' Annem bana baktı. ''Zaman makinesini okuyordum, Ve sanırım sana bir şey olmuş.'' dedi, bende biraz şaşırdım ''Ha, uh ne olmuş olabilir ki.'' dedim, oda bana ''Sen öyle erken gelmezsin, sence küçükken Alex'in doğum gününde gitmemek için ağlayan başka kim vardı?'' oh, doğru Alex'in doğum gününde baya eğleniyordum sonra annemin bir işi çıktığı için gitmek zorunda kalınca baya ağladığımı ve inatla gitmek istemediğimi hatırladım, Ne günlerdi ama.
Annem bunu dedikten sonra yere baktım. ''Şey, sadece garip hissediyorum. Sanki içimde bir sıcaklık hissediyorum, hem beni gergin hem de beni sakinleştiriyor gibi. Tam anlamıyla hiç karar veremiyorum.'' dedim. Sonra o bana "Peki kimin yanında?" Dedi.
"Ummmmm, Carla."
"şu garip kız mı?"
"E-evet, o Carla."
"Peki aşık mı oldun?" Dediği anda daha da garip hissetmeye başladım.
"Ummm bilmiyorum."
"Hm, peki. Sonradan anlayacağız o zaman." Dedi, yavaşça masadan kalktı "Neyse ben uyumaya gidiyorum" yavaşça esnedi "sabah erkenden işe gitmem gerek."
Sonra unuttuğum bir şey aklıma geldi.
"Anne."
Tam annem kitabı alıp odasına gidecekken bana baktı.
"Ne oldu?" Dedi.
"Oh ummm, Alex bana bir apartman dairesini kiralayıp orada üniversite için beraber yaşamamız konusunda bir şey bana teklif etti falan... Ummm sence onun yanında kalmalı mıyım?"
"Alex'e güveniyor musun?"
"Um evet ama yi-"
"Bence kabul etmelisin."
Sonra bana yaklaştı ve sarıldı.
"Hepimiz büyüyoruz David, benim yanımda sonsuza kadar kalamazsın, bende senin yanında sonsuza kadar kalamam. Sen artık birisin, artık bir kuşsun, nasıl uçacağını kendin öğrenmen lazım... Senin yanında belki olamam, ama sana güveniyorum David, belki aldığımız her karardan mutlu olmayacağız, belki çoğu zaman ağlayacağız, belki bir gün hiçbir şey yapmak istemeyeceğiz... Ama illa ki yüzümüzde küçücük bir gülümseme olacaktır... Yani bence Alex ile beraber yaşamanda bir sakınca görmüyorum, hem zaten benim gibi yaşlı bunakla kalmaktan bunalmışsındır."
"Şey hayır."
Sonra başımı okşadı.
"Ah şaka yapıyorum tatlım, sen biraz fazla duygusalsın, belki bu sana problemler üretebilir ama hiç çoktan bir Robot gibi davranmaktan iyidir... Neyse iyi geceler tatlım, geç yatma." Dedi ve yanağımdan öpüp yatak odasına doğru gitti...
Annem gittikten oturma odasında tek başına kalmak ve sessizliğin sadece tek ses olması, beynimi yine karanlık düşüncelere götürüyordu... O yüzden masadan kalkıp kendi yatak odama doğru gittim, giderken de ışıkları kapattım. Yavaşça örtümü üstüme çektim... Ve gözlerimi kapattım, içimden koyunları saymaya başladım.
"1 koyun, 2 koyun, 3 koyun, 4 koyun, 5 koyun, 6 koyun, 7 koyun, 8 koyun, 9 koyun..."
Gözlerimi yavaşça açtım, bu kez garip bir yerdeydim. söyleyecek olsaydım Tron gibi bir atmosferi vardı ve genel olarak etrafta bolca kare şekilleri vardı, hepsi açık mavi ve yeşil arasında gidip geliyordu. Sonrada biri benim omzumu dürttü "Hey çocuk, benimle biraz takılsana." Dedi, sonra adama baktığımda Ernest Hamingway'i gördüm. "E-ernest Hamingway?" Sonra adam bana anlamamış bir şekilde bakıp "Ernest Hamingway? Ben öyle birisini tanımıyorum, benim adım Ernie Humming."
"Ernie Humming?"
"Evet, Ernie Humming. Şimdi gel benimle, içkim bitmiş öncelikle EmDicks'e gitmemiz lazım." Dedi ve beni kaldırdı sonrada elimi tutarak bir eve doğru gittik, evin önüne vardığımızda elimi bırakıp bağırmaya başladı.
"HEY! DICKS!" Diye bağırdı. Sonra Emily Dickinson pencereyi açtı.
"Ne var Ernie?"
"Bana para versene, biram bitti."
"Peki o zaman, bir dakika." Dedi ve EmDicks içeri girdi... Bir süre sonra tekrar pencereye geldi.
"Parayı getirdim." Sonrada Ernie'e pencereden attı Ernie de parayı yakaladı.
"Hey Dicks, GilSus'a açılabildin mi?"
EmDicks'in yüzü kızarmaya başladı ve yavaşça pencereyi kapatmaya başladı.
"Ummmm şey, benim gitmem lazım. Şiir yazmam gerek, iyi günler!"
Sonrada hızını arttırıp pencereyi sertçe kapattı.
"Ah Dicks, hala ona açılamadı ve hala yoğunmuş gibi davranıyor. Neyse hadi gidelim." Dedi, sonrada yine elimi tuttu.
"Hey, kendimde yürüyebilirim illa elimi tutmana gerek yok."
"Kendin yürüyebilmen çokta sikimdeydi zaten." Dedi ve elimi tutmaya devam etti. "Şimdi Sloppy Joe barına gidiyoruz." Dedi ve elimden sıkıca tutarak Bara doğru yürümeye başladık, yürürken Ernie bana neden insanlardan hoşlanmadığını anlatmaya başladı.
"İnsanlar sana yardım etmez David, Hep kendilerini düşünen bencil varlıklardır. Ama bu bir problem değil, problem sevdiğimiz şeylere bile karışmaları. İşte bu gerçekten Fazla fazla sinirimi bozuyor!" Diye söyleniyordu, ben çokta dinlemiyordum derken omuzumda bir el hissettim... Arkama baktığımda ise Oscar Wilde'ı gördüm. "Oh merhaba Ernie, bu Yakışıklı da kim böyle?"
"Oh merhaba Oscar WILD, bu David daha hiçbir bok anlamıyor." Ernie'nin böyle demesine biraz alınmıştım ama bir yandan da haklı olduğu için çokta tepki veremedim.
"Nereye gidiyorsunuz?" Dedi WILD.
"Sloppy Joe barına."
Sonra WILD heyecanlı bir ses tonu ile "Oh bende gelebilir miyim?" Dedi.
Ernie de aynı heyecansızlık ile "gel." Dedi.
Yürürken içimden söylenmeye başlıyordum ne kadarda mükemmel, kendilerine garip garip isimlerle seslenen Oscar Wilde ve Ernest Hamingway ile beraber aşırı post-modern garip bir dünya da bir bara doğru gidiyoruz... Harika.
Ben içimden söylenirken yanımızdan Jane Austin geçti ve bize "Şişko ayyaş, kendini beğenmiş eşcinsel ve Gerizekalı çocuk!" Bizimle dalga geçerek gitti, Oscar WILD da "Sana da iyi günler Jane AWEsten!" Dedi. Ben ise "Bize neden böyle dedi?" Dedim Ernie de bana "O hep böyle, herkesle dalga geçer ama asıl işi ataerkil düzeni yok etmek." Dedi, bende ona tekrar sordum "Başarabilecek mi?" Oda bana "Tabi ki başaracak, sonuçta düzenler yıkılmak için varolan şeylerdir... Neyse Sloppy Joe'ya gidelim." Dedi ve yine yürümeye devam ettik, bu kez Alfred Tennyson ve Lord Byron'ı gördük. Sanırım beraber şiir yazıyorlardı, tabi Lord Byron okuyordu ve Alfred Tennyson yazıyordu.
Lord Byron yüksek ve duygulu bir sesle okuyordu Ulysses'i okuyordu.
"Aylak bir kralın ne işi var!
Şu ölgün ocağın başında, kıraç kayalıklar arasında!
Kocamış bir kadına eş olmuş, ben taksim ve ihsan ediyorum!
Türlü yasaları vahşi bir ırka!
İstifleyen, uyuyan, yiyip içen ve beni tanımayan!"
Sonra birden Tennyson "Dur, yine mahvettim. Her şeyi yine mahvettim, ben hiçbir boka yaramayan bir şairim." Diyerek kendini aşağlamaya başladı, Lord Byron bunu görünce hemen ona sarılmaya başladı. "Hayır Tenny. çok güzeldi sadece biraz kendine güvenmen lazım, sakin ol canım." Diyerek Tennyson'ı sakinleştirmeye çalışıyordu derken Ernie onlara "HEY TENNY! B Y E RON! BİZİMLE SLOPPY JOE'YA GELECEK MİSİNİZ!?" Diyerek onlara seslendi, B Y E Ron da "Şuan Değil canım, belki sonra bara geliriz." Dedi, Ernie de "Peki o zaman." Diyerek yürümeye devam ettik.
Sanırım bu rüya beynimdeki yazar imajları üzerinden kurulmuş bir yer olabilir, diyaloglar aşırı derecede yapay, yazarlar ve şairler genel bir tipleme üzerinden gidiyor. Ernie Humming her zaman sinirli, insanlardan hiç hazzetmeyen ve içkisiz yaşayamayan bir yazar portresi, keza Oscar WILD de hiçbir şeyi ciddiye almayan ve eşcinsel bir yazar portresi, EmDicks de muhtemel lezbiyen, bir iki arkadaşı olan ve evden çıkmaktan nefret eden bir şair portresi, acaba bu sıkıcı ve garip rüya ne zaman bitecek? Çünkü iyice sıkılmaya başlamıştım...
Sonra Sloppy Joe'ya vardık, hemen içeri girip bir şişe bira aldık. Ernie ve Oscar birayı içiyorlardı bana da ikram etmeye çalışıyorlar ama ben her defasında içmeyi reddediyordum sonra John Keats bize doğru geliyordu.
"Ummm Ernie, benim paraya ihtiyacım var." Dedi Keats.
"Hm peki o zaman Jawn Keets, ama konudan bağımsız bir şey söylemek istiyorum. Bence biraz farklı tarz şiirler de yazmalısın, ya da bir tık daha kendini geliştirmelisin. Sadece bir arkadaş tavsiyesi." Dedi Ernie, tabi Jawn Keets Ernie'nin tavsiyesinden memnun olmamış olsa gerek ki ona karşı sinirli bir yüz takındı ve Ernie'ye karşı sinirli bir tonda.
"Oh tabi Şişko Gerizekalı Ahmak ayyaş bir yazardan tavsiyeye çokta ihtiyacım vardı ÇOK TEŞEKKÜRLER GERİZEKALI!" Dedi, bu Ernie'nin fena halde sinirini bozmuştu.
"Hey sadece tavsiye vermeye çalışıyordum sen ise sadece burada beni aşağlıyorsun, senin ağzına sıçacağım!" Diyerek sinirden çıldırmaya başladı.
Jawn'ın yüzündeki öfke korkuyla yer değiştirmişti, sonrada koşarak Ernie'den uzaklamaya başlamıştı, Ernie de Birayı döke döke onun peşinden geliyordu Oscar ise "YUPİ! KAVGA! ÇOK SEVERİM!" Diyerek peşlerinden koşuyordu.
Ben ise sadece izliyordum... Sonra birinin gömleğimi çekiştirdiğini hissettim, arkama baktığımda ise boyu baya kısa hatta cüce bir Edgar Allan Poe gördüm, bana ürpertici bir biçimde bakıyordu.
"David, biz ne zaman öleceğiz?"
"Bilmiyorum."
"David, peki biz nasıl öleceğiz? Kırmızı biri kalbimizi söküp mu götürecek? Kara veba'dan mı öleceğiz? Bütün organlarımızı kusarak yere attıktan sonra mı öleceğiz? Veya tanrı bize gücünün bir kısmını aynı bir veba gibi bize vererek mi bizi öldürecek?"
"B-bilmiyorum." İyice daha da geriliyordum ve bu sorular bana daha çok mide bulandırıcı geliyordu.
"Peki David, gerçekten yaşamamızın bir anlamı var mı? Yaşamamız bir kenara, ölmemiz için gerçekten bir anlam var mı? Yaşarken illa bir anlam vardır ama ölürken bir anlamamız var mı? Yoksa sadece ölü bedenler miyiz? David..."
İyice her şey kararmaya başlıyordu.
Sonra Poe'nun "David, ölüm asla bizim peşimizi bırakmayacak, atlar gibi ayaklarımızın kırıldığı anda başımızın önünde bir ateşli silahı hissedeceğiz, ve fark edemize kadar vurulup öleceğiz." Dediği anda yataktan fırlayarak uyandım.
Sonra durup etrafıma baktım... Yavaşça nefes alıp az önce rüya da yaşanan şeyleri kafamda oturtmaya ve sindirmeye çalışıyordum... Sanırım buda bana hatırlatmaydı, tabi genç David bunu fark etmedi... Ama yakın bir zamanda fark edecekti...
Devam Edecek........
Yorumlar
Yorum Gönder