Yazar Bölüm 2: Çarpık Zamanlara Giriş

              Bölüm 2: Çarpık Zamanlara Giriş

Oliver Edgar 1977 yılında 8 martta hayatını kaybetti, ölüm nedeni belirsiz. Annem benim ağlama sesimi duymuş olacak ki bodrum katına hızlı hızlı indi, bana sarıldı, sonrada ölü babama baktı. o an annemin yüzü korkmuş ve şok olmuş gözlerle bakıyordu... onun gözlerinden yavaşça gözyaşları iniyordu... sonra annem polis çağırdı polis eve gelince araştırmaya başladı bize sorular sordu mesela ''Dün nasıldı?'' ''Dün bir arkadaşı gelmiş miydi?'' ''Mental Problemleri var mıydı?'' ''Aranızda bir şey geçti mi?'' gibi şeyler soruluyordu, babamın cesedini otopsiye almak için götürdüler. Pek bir sonuç çıkmadı babamın bir arkadaşı veya da zaman zaman bizi ziyaret eden Henry Edgar amcam da gelmedi, dün annemle de hiçbir şekilde tartışmadı veya da babamın intihar etmesi içinde bir sebep yoktu, mental problemi de yoktu. böyle bir vaka ile karşılaşan polis, bu belirsiz durumdan dolayı dosyayı kapattı, böylelikle Oliver Edgar nedeni bilinmeyen bir şekilde öldü ve arkasında melodram içeren iyimser hikayeleri ve travmatize olmuş eşi ile oğlunu arkasında bıraktı, annem babamın ölümünden sonra bu arazinin ona sadece acı hissettirdiği için babamın ölümüyle bir yıl arayla 1978  1 mart da New York'a taşındık, Yanımıza çoğu kitabımızı aldık, giysilerimizi, babamın yazdığı hikayeleri ve diğer gerekli şeyleri aldık. 

New York... New York... New York, protestoların bol olduğu, yerlerin gazete ve pankartların doldurduğu, çetelerin kol gezdiği, yozlaşmış polis memurlarının ve evsizlerin çok olduğu bir yerdi, Annemle beraber New York'un Brooklyn kısmında bir apartman dairesine taşındık, belki büyük bir daire değildi ama en azından bana düşünebileceği kadar geniş bir yerdi, annem bizi geçindirmek için kendine bir hemen bir iş buldu ve uzun süre çalıştı, çalışma dışında feminist derneklerde konuşmalar yapardı, Oh! feminizm demişken babam tam anlamıyla bir pro-feministti, Eşine hiç kötü davranmaz, eşine bir birey gibi bakardı, eşine baya saygı duyardı ve  hikayeleri de aynı şekildeydi, ne kadar melodram desem bile hikayelerinde en azından feminist alt metinleri yer alıyordu, mesela bu bahsettiğim İtalya'daki atların özgürlük arayışı hakkında olan hikayenin ana karakteri olan kadın bir attı ve genel olarak o bu özgürlük peşindeki at grubunun lideriydi, ya da aşk konulu olan hikayelerinde ne erkek karakterleri o kadar maço nede Bayan karakterleri o kadar güçsüz veya da sadece tatlı gözükmeye çalışan sakar karakterlerdi, bundan bahsederken aklıma bu konu hakkında olan anım aklıma geldi, babam bana genel olarak neden Pro-feminist olmasının sebebini bana şöyle açıklıyordu ''Bir grup çocuk beni dövüyordu, baya sertçe beni dövüyorlardı ben hiçbir şey yapamadığım için ağlarken birden bir kız çıktı, çocuklar kıza baktı, bir kız olduğu için onun oyuncak bebeklerle oynamasının gerektiğini ve gelecekteki kocasına itaat etmesi gerektiğini söyleyerek dalga geçiyorlardı sanırım, pek hatırlayamıyorum ama tam bunun gibi bir şekilde dalga geçiyorlardı... sonra kız o çocuk grubunun lideri olan çocuğun yüzüne sertçe bir yumruk attı'' birden heyecanlanıp ayağı kalktı ve o anıyı canlandırmasını yapmaya başladı ''Çocuğa sanki bir Truva atı ile eşit derece bir etki yaratmıştı, çocuk neye uğradığını şaşırmıştı ama gene de karşılık vermeye çalıştı ve gene BAM! aynı şekilde yumruğu yüzüne sertçe yedi çocuk yere yattı, sonra diğer çocuklarda şaşkınlıktan dona kalmıştı onlarda kıza saldırmaya kalktı, kız onlara da aynı sertlikte karşılık verdi dümdüz çocuklar ağlaya ağlaya babalarının yanına giderken yollar selden beter oldu! sonra kız bana yaklaştı, sonrada bunu dedi ''Cidden bu kadar güçsüz olmana gerek yoktu.'' bu... bu benim hayatımı etkileyen şey oldu David, bazen bazı şeyleri açıklamakta zorluk çekiyorum, çünkü biliyorsun yaşlanıyoruz, ama gene de sana diyebilirim ki Bayanlar, o günden beri baya bayanlara saygı duydum...'' dedi, birçok şeyi hatırlamamama rağmen bu anıyı hatırlamam garip... OH! doğru bu bir biyografiydi kusuruma bakmayın, pek bir geçmişe daldım. Ve annem böyle bir rutinle devam etti, baya yalnız kalacak zamanım oldu, annem bana hep feminist kitaplar alırdı bende onları okurdum bunlar dışında bana ilginç kitaplar da alırdı. bu yalnız kalmalar arada fena canımı sıkardı gene de anneme baya saygı duyuyorum, işler onun için ne kadar zor olsa bile ayakta durması ve bu kadar zorluklara rağmen feminist derneklerde konuşma yapması gerçekten beni etkiledi, aslında... bu dediklerime bugün bakınca pek bir anlam ifade etmiyor ama neyse, annem arada bu feminist derneklerden tanıştığı kadınlarla daireye gelirdi, bunlardan en ilginci şansa bakın ki Valerie Solanas. namı değer Andy Warhol'u vuran Radikal feminist veya da Scum Manifestonun (Erkekleri doğrama manifestosu) yazarı, onun annemle beraber eve geldiğini sanırım 11 12 yaşlarında görmüştüm, Geldiği günler pek aklımda kaldığı söylenemez sadece hatırladığım şeyler sanırım her beni gördüğünde sanki bir şeytanmışım gibi bana bakması, ve genel olarak konuşurken hep erkeklerin ne kadar kötü varlıklar olduğu hakkında konuşurdu sanırım... 25 nisan 1988 yılında 58 yaşında Kaliforniya'da Bristol otelinde zatürreeden dolayı gözünü yumdu, sonraları onun hayatını öğrendiğimde aslında onun nasıl böyle bir duruma geldiğini anlamıştım ama yapacak bir şey yok... belki de böyle olması gerekiyordu. 

Yıllar Yılları kovaladı aylar aylar buldu ben liseye başladım ve Lise de bir arkadaş edindim, Adı Alex Evans. oda benimle aynı bölümü okumak istiyordu, gazetecilik, Alex, ailesi genel olarak ailesi gazetecilerden oluşuyor, yani dedesi de babası da büyük annesi falan aile üyelerinin çoğu gazeteciydi ve bir çoğunun fikirleri ve siyasi görüşleri birbirine zıttı, Alex bu zıtlıktılar içinde büyüdü, peki kendisinin siyasi görüşü ne diye sorarsanız bende size Hiçbir şeyi umursamayan bir punk derim... tabi arası birçok kişiyle iyi genel bağlantıları sağlam sonradan onun sayesinde iş bulmuşluğum bile var... Alex'in bana yazarlık kariyerime  olan yardımını şöyle anlatayım, her zaman ki gibi evdeydim, sıkılmıştım, okuyacak bir şey ararken raflar arasında bir şey buldum, LA VIVA DE HORSE! biraz okudum, ve aslında bunun babam tarafından yazılmış olduğunu fark ettim yazımı olsun hikayesi olsun babamın olduğu hissediliyordu, tabi bir farkı vardı bu biraz daha karamsar ve bir distopya tarzında yazmıştı, hikaye o bahsettiğim İtalya'daki atların özgürlüğünü anlatan hikayenin devamıydı, ona göre daha karanlık bir hikayeydi, özgürlükten daha çok distopik bir intikam hikayesiydi... Yarım kalmıştı, hikaye bitmemişti. bende devamını yazmaya karar vermiştim, düşünüyordum düşünüyordum düşünüyordum... melodram ve iyimser hikayeler yazan bir adam nasıl distopik karamsar bir hikaye yazabilirdi? daire de yürüdüm, oturma odası, yatak odası hatta balkon da bile yürüyüp durdum, sonrasında ise Alex'i aramaya karar verdim. Alex'i aradım şansa bak ki oda aynı şekilde evde sıkılıyordu, iki saat veya üç saat sonra gibi Daire'ye geldi beraber bir süre babamın eski yazdığı önceki hikayeleri okuduk ve şöyle böyle bir şekilde anca devam ettirebildik. ve en sonunda başarmıştık dümdüz hikayeyi bitirmiştik, tabi ki genel yazım ve yapım olarak o kadar mükemmel değildi ama öyle okunmayacak bir seviye de değildi sonrada Alex hikayeyi aldı ve bana ''Yarın tanıdığım yayınevlerinden bir tanesine uğrayıp veririm.'' dedi, bende bir şey demedim sadece bir ''Tamam...'' dedim, sonrada Daire'den ayrıldı. Sonra oturdum, düşünmeye başladım, yemek yerken, otururken hatta dümdüz duvara bakarken düşündüm ve sonrada uyudum... düşündüğüm şey ''Babamın yazdığı şeyi sanki kendim yazmış gibi yayınlamak ne kadar etikti? büyük ihtimalle sansür uygulayacaklardı, peki hikayenin ne anlamı kalacaktı?'' derken bu düşüncelerle uykuya kapıldım, buda sanırım bende garip bir şeye sebep oldu... çünkü gözümü açtığımda, kendimi kıp kırmızı bir gökyüzüne doğru bakarken gözümü açtım sonra yavaşça kalkıp etrafa baktım, bir çayırın içerisindeyim sanırım sonra babamı gördüm, dümdüz bana doğru yaklaşıyordu ''Nasılsın evlat?'' ben dona kaldım, sonra o bana ''Biraz yürümek ister misin?'' dedi, bende ona ''P-peki.'' dedim, yavaşça ayağı kalktım ve onunla beraber biraz yürümeye başladık, sessizdim çünkü ona söyleyecek bir şeyim var ama söylemek istemiyordum, oda fark etmiş olacak ki bana ''Hey, sanki bir şey söylemek istiyorsun gibi... ne oldu?'' dedi bana, bende ''Senin bitiremediğin hikaye olan Viva La De Horse hikayesini arkadaşım Alex ile tamamladık...'' dedik, oda bana gülümseyerek baktı ''E ne güzel işte, ben başka bir dünyaya gittikten sonra en azından yarım bıraktığım  bir hikayeyi bitirdiniz.'' dedi, bende biraz utanarak yere baktım ''Ve Alex bu hikayeyi yarın bir yayınevine falan verecek, belki büyük ihtimalle sansürleyecekler veya da uzun bir gözden geçirme aşamasından geçireceklerdir.'' dedi, oda bana baktı ''David, bak belki bunu etik olarak sorguluyor olabilirsin ama yani düşün, sen artık büyüdün. bir şekilde de olsa, dünyada yer almaya çalışacaksın... ben sadece sana destek olmaya çalışıyorum'' bir saniye sustu. ''Tamam belki o kadarda seni destekleyemedim ama en azından sana senin bu dünyaya girmeni sağlayacak bir şey arkada bıraktım, Atların koşusu (Bahsettiğim İtalya'daki atların özgürlüğünü anlatan hikayenin adı) hikayemi sana ilk okuduğum günü hatırlıyor musun?'' sonra bir durdum. ''S-sanırım.'' diye cevap verdim, oda bana gülümsedi. ''O zaman ki tepkini görmen lazımdı, tabi sen küçük olduğun için ve hikayedeki bazı şeyleri anlayamadığın için hikaye'de bazı kısımları de senin için sansürlemiştim, tamam belki gotik hikayeleri okuyordun ama hazır değildin bana göre, örnek vereceksem... hikaye de Argento diye bir at vardı, neşeli, eğlenceli ve pozitif bir attı, hatırlıyorsun değil mi?'' bende bir anda gözlerimi fal taşı gibi açtım. ''Oh, evet hatırlıyorum. çok seviyordum o atı'' biraz daha bir şey diyecekken sözümü kesti ''Argento'nun  bir ölüm sahnesi var, kurtların gelip onu parçaladığı, kemiklerini derisinden ayırdığı bir sahne, özellikle bu kurt sürüsünün lideri Argento'nun kafasını parçaladığı sahne.'' dehşete kapılmıştım, sonra ayaklarımda bir şey hissettim, yere baktım ve dümdüz bir kan gölünün içinde olduğumu fark ettim, ayaklarımın yarısına kadar gelmişti. Babam ise bana ''Hadi yürümeye devam edelim, yoksa kesin daha fazla korkacaksın'' dedi ve yürümeye devam etti bende onun arkasından geldim, o konuşmaya devam etti. ''Bak David, her hikayenin kendine ait okuyucuları vardır, ister büyük ister küçük, ister erkek ister kadın. genel olarak birçok hikaye için değişkenlik gösterir fakat şöyle bir durumda var David, bu hikayeleri kendimiz için yazmıyoruz. Bu hikayeleri başkalarının da okuması için yazıyoruz... Hikaye istediği gibi rahatsız edici olabilir veya sığ da olabilir ama şöyle bir gerçek var, bunları en az bir veya da birkaç kişi okuyor. Bunları eğer kendimiz için yazıyor olsaydık fazla bencil olurduk değil mi? aynı şekilde bir hikaye yazıyorsak ve insanların okuması için önüne koyuyorsak eleştirileri de kabul etmemiz gerek yoksa neden insanların önüne hikayeni koydun?'' sonra durdu ve bana baktı. ''Ya da hikayeyi neden yazdın? David, artık benim gitme zamanım geldi. sen diyeceğim son bir şey var, eğer hikayenin akışını bozmayacaksa veya anlatmak istediği şeyi mahvetmeyecekse sansür aslında o kadar büyük bir dert değil, eğer böyle bir sorun yaşarsan da başka bir yayınevine geçersin.'' babam bunu dedikten sonra ona. ''Ya hikaye kötü olursa?'' dedim, oda bana. ''Sence bir hikayenin nasıl iyi bir hikaye olduğunu anlarsın? hikaye anlatımı veya olay örgüsü yazımı bir kenara dursun?'' diye bana bir soru sordu. bende cevaben ''Ama bunları ayırırsak elimizde iyi bir hikaye olmaz ki'' dedim oda bana ''Sen işin noktasını kaçırıyorsun David, bir hikayenin nasıl iyi olduğunu anlamak istiyorsan önce kötü hikayeleri de anlaman lazım Evlat, Kötü bir hikaye yazman seni öldürmeyecek aksine sana gelişiminde yardım edecek bir şey David... Neyse ben gidiyorum David, Canım Sehrama onu sevdiğimi söyle.'' dedi ve yavaşça yürümeye başladı sonrada ben onun arkasından ''Baba, Dur'' diyerek koşmaya başladım ama o duymuyordu her o yürüdükçe ben daha uzaklaşıyordum Babam ise o dünya ile beraber uzaklaşıyordu ve ben bir karanlığın içine düşüyordum... sonra gözümü açtım, Odamdaydım, güneş yüzümü vuruyordu, yavaşça kalktım, hala bunun bir rüya olduğunu anlayamamıştım sanki hepsi gerçekti... aslında anlayamadığım başka bir şey varsa buda bunun daha bir başlangıç olduğu...


DEVAM EDECEK...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Saçma sapan, Nasıl açıklayacağımı bilmediğim, Kısa hikayeler. Bölüm 1: bütün bir yol nereye gidiyor? - Vault Boy

Ceset Bölüm 1: okulun ortasındaki ceset

Saçmalığın Evi